Quantcast
Channel: birİSTANBULhayali / a dream of Istanbul
Viewing all 57 articles
Browse latest View live

Yalılar ve renkler

$
0
0

Kont Ostrorog yalısı

Bir Boğaziçi turu yaptığınızda Boğaziçi kıyılarını süslemiş birbirinden güzel, ahşap tarihi yalılar görürsünüz. Bu yalıların farklı kimliklere sahip  mimari yapıları kadar renkleri de dikkatinizi çekmiştir muhakkak. Umarım “aaa şu yalının rengi çok güzel!” deyip geçmemişsinizdir.

Çünkü yalı, Osmanlı’da başlı başına bir kültürdür. Ve yalıların renkleri, sahiplerinin keyfiyetlerine bağlı bir husus değildir. Müslümanların yalıları açık renkli olurken, gayrimüslimlerin yalıları gri ve tonlarında, devlet katında çalışanların yalılarının ise aşı rengi denilen kırmızı renkli olması bu sebepledir. Dolayısıyla siz sadece yalının rengine bakarak yalıda kimin oturduğunu, tüccar mı ya da devlet görevlisi mi olduğunu az çok tahmin edebilirsiniz. Yani, yalının rengi konuşur.

Yukarıdaki fotoğraftaki yalılar, Boğaziçi’ni süsleyen aşı renkli yalılardan ikisine ait.

10 dil bilen entelektüelin yalısı

Kandilli kıyısında bulunan yalıların solda olanı Kont Ostrorog adını taşıyor. Rengi sebebiyle “Kırmızı Yalı” olarak da adlandırılan yalı Boğaziçi’nin en dikkat çekici yalılarından. Aşı boyalı renginden de anlaşılabileceği gibi yalının ilk sahibi bir Osmanlı devlet görevlisidir: Adliye Bakanı Server Paşa.

Yalıyı, 1904 yılında Polonyalı bir hukuk uzmanı olan Kont Ostrorog satın alıyor. Ve yalı o adla meşhur oluyor.  Türkçe, Arapça ve Farsça’dan başka yedi dil bilen Kont Ostrorog bir entelektüel aynı zamanda. Darülfünun’da (Osmanlının tek üniversitesinde) öğretim üyeliği de yapan Kont Ostrorog, yalının Çanakkale Savaşı sırasında hastane olarak kullanılmasına da izin vermiş. Yalı 2000 yılında Rahmi Koç tarafından satın alındı.Ve hala Rahmi Koç’un mülkiyetinde.

Hangi Hadi Bey?

Sağda, pencerelerinde beyaz güneşlikler bulunan aşı renkli yalı ise Hadi Bey Yalısı.

Yalının en eski sahibi olan Hadi Tahsin hakkında pek bir şey bilinmiyor. Yalı, aşı renginden yapıldığına göre Hadi Tahsin ya bir Osmanlı bürokratı ya da başka birinden satın almış. Ama yalıya adını veren Hadi Bey bu Hadi Bey değil.

1900’lü yılların başlarında yalıyı iki İngiliz doktor satın almış. Munford adı verilen İngiliz doktorlar 1. Dünya Savaşı bitince ülkelerine dönmeye karar vermişler ve yalıyı Likardopulos adlı bir Yunanlı’ya satmışlar. 1946 yılında da Avukat Hadi Semi yalıyı devralmış. Yalı adını bu Hadi’den alıyor.

Ve yalıların altında yelkovan kuşları. Onların hiç durmamacasına Boğaziçi’nde bir oraya bir buraya gitmemelerine bu satırların yazarı bayılıyor.

Kont Ostrorog Yalısı 2 Hadi Bey Yalısı                    Kont Ostrorog Yalısı                                                                 Hadi Bey Yalsı

 


Prag hatırası

$
0
0

Mahmut Nedim Paşa Yalısı

Yalı, biraz hayattır. Nasıl yaşamışsan, nerelerde bulunmuşsan inşa ettirdiğin yalı da az çok o izleri taşır. Tıpkı, Vaniköy’de bulunan Mahmut Nedim Paşa Yalısı gibi.

Osmanlı’nın Viyana büyükelçisi olan Mahmut Nedim Paşa, Prag’da da bulunmuş vakti zamanında. Ve Vaniköy’e inşa ettirdiği yalıya, Prag’ın şatolarını hatırlatan bir külah ekletmeyi unutmamış. Boğaziçi yalı mimarisiyle hiç alakası olmayan bu yalıyı nasıl hatırlamak lazım şimdi ? Hatıralar, hatıralar, hatıralar…

Boğaziçi’nin gizemlileri: Yelkovanlar

$
0
0

Yelkovan kuşları

Boğaziçi’nin martıları da güzel karabatakları da. Gri balıkçılları da güzel sakarmekeleri de. Ama yelkovanları bambaşka. Onlar Boğaziçi’nin gizemlileri.

Adını bir yelkovan gibi sürekli hareket etmesinden alan yelkovan kuşları, tek başlarına dolaşmazlar. Yüksekten uçmazlar. Minik kanatlarını sürekli çırparken görürsünüz onları. Öyle leylekler ya da bilumum göçmen kuşlar gibi “termal bir akım bulayım da şöyle bir süzülüp keyif yapayım” demezler. Sakın simit atmayın, tenezzül bile etmezler. Her haliyle ilkeli kuşlardır yelkovanlar. Bu yüzden çok gizemlidirler.

Şair Orhan Veli Kanık bu gizemin peşine takılmıştır:

” gün olur, başımı alır giderim,
denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
şu ada senin, bu ada benim,
yelkovan kuşlarının peşi sıra ”

Yazar Murathan Mungan’sa adını beğenmiştir yelkovan kuşlarının. Öyle ki Mungan, kendi yazarlığını yelkovan kuşlarının üzerinden anlatır: “Renklerin, çiçeklerin, kuşların kendilerini bilmesem de, adlarını severim. Çünkü bir şair ve yazar olarak, kelimeleri severim. Yelkovan kuşunu görsem tanımam ama adını severim.”

Bir tarih ve edebiyat müzesi olarak Boğaziçi

Recaizade Mahmut Ekrem Boğaziçi’nin Asya yakasında bulunan Vaniköy’de bir yalıda doğdu. Avrupa yakasında, Yeniköy’de bulunan bir yalıda yaşadı. Ve ünlü eseri Araba Sevdası’nı bu yalıda kaleme aldı. Kandilli’de bulunan Kıbrıslılar yalısı da Yahya Kemal’den Refik Halit’e, Yakup Kadri’den Abdülhak Hamit’e uzanan katılımcılarıyla ev sahipliği yaptığı edebiyat meclisleriyle ünlü. Keza başkaca yalılar da. Sadece yalılar değil yelkovanlar gibi Boğaziçi’nin kuşları da edebiyatın konusu oldu. Ünlü edebiyatçılarımızın kalemlerinde kendilerine yer buldu. Bu yüzden Boğaziçi yüzlerce yılık yalıları, sarayları, camileriyle bir tarih müzesi olduğu kadar bir edebiyat müzesidir de aynı zamanda.

Yelkovan kuşlarını kısacık bir vapur seyahatinde bile görebilirsiniz. Bir grup kuş gözlemci yakın zaman önce 4 saat içinde Boğaziçi’nden tek bir yönde geçen 54 bin yelkovan kuşu saymışlar. Bu yüzden görmemeniz neredeyse imkansız. Biraz dikkat etmeniz yeterli. Yelkovanlar 15-20 bireyden oluşan gruplarıyla ve denize yakın uçuşlarıyla kendilerini hemen belli ederler. Kanatları sanki denize değecek gibidir.

yelkovan kuşları 4

 

İsmiyle müsemma bir yalı

$
0
0

İhmalyan yalısı

Eskiler, bir şeyin kendi adıyla uyumlu olması halini “ismiyle müsemma” deyimi ile tanımlamışlar. Yeniköy İskelesi’yle bitişik konumda bulunan bu yalıyı her gördüğümde de, aklıma her nedense! hemen bu deyim geliyor.

Yıllarca ihmal edilmiş olduğu her halinden belli olan yalı, “İhmalyan” adını taşıyor. İsmiyle müsemma bir yalı İhmalyan Yalısı. Trajik mi, komik mi? Belki de aynı anda ikisi de.

Yeniköy’de bulunan yalının ilk sahibi Eyüp Paşa. Parsık İhmalyan adlı bir Ermeni yalıyı Eyüp Paşa’dan satın almış. İhmalyan’ın ölümü üzerine yalı torunlarına kalmış.

Özellikle çatı katında bulunan üçgen cihannümasıyla, Boğaziçi’nin en zarif yalılarından biri olan İhmalyan Yalısı ciddi bir restorasyonu fazlasıyla hak ediyor- ki artık bu deyimi bir daha hatırlatmasın.

Boğaziçi’nin asker yalısı: Komodor Remzi Bey Yalısı

$
0
0

Komodr Remzi Bey Yalısı

Boğaziçi’ne inşa edilen klasik Osmanlı yalılarına baktığımızda, yalıların genelde enlemesine uzayıp 1-2 katlı olduklarını görürüz. Anadolu Hisarı’nda bulunan bu yalıysa boylamasına uzamış olup hazır ol pozisyonundaki bir askeri andırıyor. Aslında sadece mimarisi değil yalıya sahip olanlar da hep askerler olmuş.

Yalıyı 1917 yılında yaptıran Komodor Remzi Bey ve yalı bu adla biliniyor. Komodorluk, deniz kuvvetlerinde ya da namı diğer Osmanlı bahriyesinde filo komutanı olan, albay rütbesine denk düşen bir rütbe. Remzi Bey’in komodor lakabıyla anılması da bu yüzden.

Yalıyı, 1924 yılında bir başka asker satın almış: Sakarya Savaşı’nda ve Büyük Taarruz’da yarbay rütbesiyle alay komutanlığı görevinde bulunmuş olan ve Kurtuluş Savaşı’nın önemli paşalarından sayılan Mümtaz Aktay Paşa. Mümtaz Aktay Paşa’nın ölümünden sonra yalı kızı Güzin Hanım’a geçmiş.

Kurtuluş Savaşı yalı üzerinden yıllar sonra yeniden karşımıza çıkıyor. Çünkü yalıyı 1972 yılında Kurtuluş Savaşı’nın önemli komutanlarından olan, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapan İsmet İnönü’nün ailesi satın almış.

Erdal İnönü tarafından satın alınan yalının durumu şu an belirsiz. Erdal İnönü’nün eşi Sevinç İnönü’nün yaşadığı yalı ara sıra gazetelere, “Komondor Remzi Bey yalı savaşı”, “İnönü’nün yalısı icradan satışa çıkıyor”, “İyi ki İnönü görmedi” gibi trajik başlıklarla gündeme geliyor.

Boğaziçi’nde bir matematik öğretmeninin yalısı: Riyaziyeci İzzet Bey Yalısı

$
0
0

Riyaziyeci İzzet Bey Yalısı 3

Anadolu Hisarı’na sırtını vermiş bu üç katlı, cumbalı, üçgen çatı alınlı, Riyaziyeci İzzet Bey adıyla meşhur bu yalı; çok değil yüzyıl önce bir öğretmenin de Boğaziçi’nde yalı sahibi olabileceğinin alâmet-i farikası.

Darüşşafaka Lisesi’nden mezun olduğuna göre öksüz ya da yetim olan İzzet Bey daha sonra yine aynı kurumda matematik (riyaziye) öğretmenliği yapmış. Hayatı boyunca 93 kitap kaleme alan Riyaziyeci İzzet Bey’de öğretmenlik dışında biraz da gezginlik var anlaşılan. Çünkü, kaleme aldığı kitaplardan biri “Boğaziçi Rehberi” adını taşıyor. Ve ben bu yalıyı her gördüğümde ilgi alanı benimkiyle çok benzeşen bir meslektaşımı hatırlıyorum. Elbette ki ilkokul, ortaokul ve lisede sürekli başarısız notlar aldığım, paçamı ancak üniversitede kurtarabildiğim matematik hariç.

Minik Serçe’nin minik yalısı

$
0
0

Sezen Aksu yalısı 3

Boğaziçi’nin en güzel yeri diye tabir edilen”Kanlıca’nın orta yerinde” bulunan biri kahverengi, diğeri kırmızı aşı boyalı bu iki yalı vakt-i zamanında tek bir yalıydı. Ve saray teşrifatçısı Ferruh Efendi’ye aitlerdi. Şimdilerde iki ayrı sahibesi var. Yalılardan kahverengi olanının sahibini pek tanımıyoruz ama kırmızı aşı boyalı olanının sahibini yakından tanıyoruz.

Günümüzde protokol olarak adlandırdığımız teşrifat kuralları Osmanlı’da ince ince detaylandırılmış, disiplinle uygulanan kurallar olduğu için; işi sadece bu kuralları uygulamak olan “teşrifatçılar” adı altında bir meslek grubu bulunuyordu. Ferruh Efendi’de bu teşrifatçılardan biri olup sarayın teşrifatlarını sağlamakla görevliydi.

Ferruh Efendi’nin yalısı

Feruh Efendi’nin yalısı, harem ve selamlık olarak yapılandırılmış iki ayrı binadan oluşuyor. Kahverengi, iki katlı yapı yalının harem bölümüyken; kırmızı aşı boyalı olan yalının selamlık bölümüdür. Dikkat edilebileceği gibi yalının harem kısmı, selamlık kısmından yaklaşık 3-4 kat daha büyüktür. Bu durum Boğaziçi’nde bulunan bir çok yalı için de aynen geçerlidir. Harem kısmında aile hayatı yaşandığından, genelde daha büyük yapılırdı. Ferruh Efendi’nin yalısında bu oran 3-4 katına çıkmış. Haremliğiyle selamlığıyla ortada tek bir yalı vardır yani. İki yalı yoktur. Oysa günümüzde bu durum değişmiştir.

Tek yalıdan iki yalıya

Vakti zamanında tek sahibi olan bu yalının şimdilerde iki ayrı sahibi var. Harem bölümünün sahipleri Ahmet Tanrısever’in kızları olan Muhterem ve Mükerrem Hanım’ken selamlık bölümünün sahibi Minik Serçe adıyla maruf Sezen Aksu. Sezen Aksu, lakabıyla uyumlu minik bir yalıda oturuyor. Anlamlı ve hoş bir tercih olmuş.

Neden tek yalının iki sahibi var sorusunun yanıtını kapitalizmde aramak lazım. Çünkü, yalılar milyon dolarlarla ifade edilmeye başlayınca harem ve selamlık bölümleri ayrı ayrı yalılar olarak  satıldılar. Böylece değerleri bir kaç kat arttı.

sezen aksu yalısı 5

Yalılar, adlar ve Kanlıca’da bir Hariciye Köşkü

$
0
0

Saffet Paşa Yalısı

Yılanlı Yalı, adını hikayesinden almıştı. Aslanlı Yalı bahçesindeki aslan heykellerinden. Esma Sultan Yalısı, adını sahibinden almıştı tıpkı Fehime Sultan Yalısı gibi. Fenerli Yalı’da olduğu gibi adını mimarisinden alan yalılar da vardı Boğaziçi’nde, Manolyalı Yalı’da olduğu gibi bahçesindeki ağaçlardan adını alan da. Kanlıca’da bulunan, Boğaz’ın en büyük rıhtımlarından birine sahip olan bu yalıysa adını kullanım tarzından, mekanlık yaptığı dışişleri toplantılarından aldı.

Şimdilerde Saffet Paşa Yalısı olarak bilinen yalı, vakt-i zamanında Hariciye Köşkü olarak biliniyordu. 2. Abdülhamit döneminin bürokratlarından olan Saffet Paşa altı kez Hariciye Nazırlığı (Dışişleri Bakanlığı) yaptığından, yalısı Hariciye Köşkü olarak nam salmıştı.

Saffet Paşa’nın yalısı 1760 yılında yapılmıştı. 1976 yılında çıkan bir yangında yalının bu orijinal hali yandı. Şu an görünen yalı orijinal planına göre yangından sonra yapılan yalıdır. Saffet Paşa’nın torunu olan ve Hürriyet Gazaetesi’nin kurucusu olarak kabul edilen Sedat Simavi, ölünceye kadar bu yalıda yaşamıştı.


Mavzerin hikayesini başlatan köşk: Huber Köşkü

$
0
0

Huber Köşkü

” Kurşun gibiyim.
Mavzer gibi.
Dağ gibi patlar giderim.”

Ahmet Kaya

Popüler olarak kullandığımız kimi deyimler, kimi isimler Boğaziçi’nde ya bir semtten türedi, ya bir korudan ya da bir yalıdan. Şarkılarda, türkülerde adı bolca geçen ve bir tüfek çeşidi olan mavzerin hikayesi de Boğaziçi’nde bir yalıda başladı.

Bir silah tüccarı: Mösyö Huber

Tarabya’da bulunan ve şu an Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılan Huber Köşkü, 1880’li yılarda gelişen Almanya-Osmanlı ittifakının önemli sembollerinden biri. Nasıl, Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Alman Çeşmesi Kayzer II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyaretinin bir sembolü ise, Huber Yalısı da gelişen Osmanlı-Alman ilişkisinin silah ticareti boyutunun simgesi. Çünkü bu yalının sahibi olan August Huber Alman silah şirketi Mauser’in Osmanlı temsilcisi.

Osmanlı, 2. Abdülhamit döneminden itibaren Almanya ile ilişkilerini geliştirmeye başlayınca ihtiyaç duyduğu teknolojileri Alman şirketlerinden satın almaya başladı. Mesela, Bağdat ve Hicaz demiryolları, Haydarpaşa Garı gibi dev ihaleleri Alman şirketlerine vermesi bunlardan bir kaçı. Silahları da Alman şirketlerinden satın almaya başladı. Mauser, bu silah şirketlerinden biriydi.

Mauser silah şirketinin Osmanlı’daki temsilcisiyse August Huber’di. Osmanlı ihtiyaç duyduğu silahları August Huber aracılığıyla bu şirketten satın alıyordu. Huber, 1890 yılında şu an Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılan ve kendi adıyla anılan köşkü satın aldı.

Huber Yalısı

Üç katlı, on odalı, iki sofalı ve üç banyolu olan yalı Boğaziçi’nin, soğan kubbeleriyle dikkat çeken yalılardan biri. Yalıyı yaptıran da, mimarı da bilinmiyor. Bilinen, August Huber’in 1890 yılında bu yalıyı bir Ermeni ailesinden satın aldığı. Yalı, o andan sonra Huber’in adıyla anılmaya başlandı. Mösyö Huber, yalıyı satın aldıktan sonra, dönemin ünlü İtalyan mimarı Raimondo D’Aronco’ya yalının çevresine bir kaç yapı ekletti. Böylece yalı birkaç binadan oluşan bir tür külliye görünümü kazandı. Yalının bahçesi de Boğaziçi’nin en geniş yeşil alanlarından biri ve sanatkarı bilinmeyen heykellerle süslü. Yalı 1985 yılında döenmin cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından kamulaştırılarak Cumhurbaşkanlığı yazlık Köşkü haline getirildi.

 Mavzer

Şarkılarda, türkülerde adı bolca geçen ve bir tüfek çeşidi olan mavzer, Huber’in temsilciliğini yaptığı silah şirketi olan Mauser‘in okunuşundan ibaret. Mauser o dönem hafif, kullanışlı ve ucunda süngüsü olan Gewehr 98 adlı bir model üretti. Bu model, Osmanlı’nın en fazla rağbet ettiği tüfek oldu. Öyle ki Osmanlı, en fazla Gewehr98 adlı bu tüfeği kullandı. Halk, tüfeğe Gewehr98 demedi. Üretildiği silah fabrikasının adıyla seslendi. Mavzer dedi. Şarkılarında, türkülerinde, filmlerinde bol bol yer verdi.

dd

7-8 Hasan Paşa Yalısı

$
0
0

7-8 Hasan Paşa Yalısı

Kanlıca’nın adını nereden aldığına dair 3-5 rivayet var. Akla yatkın rivayetlerden biri, burada bulunan kan kırmızısı rengindeki yalıların zamanla bulunduğu semte adını vermiş olabileceği. Yoğurdunu bir kenara koyarsak Kanlıca vakt-i zamanında yalılarıyla ünlüymüş. Hala da öyle. Ve bir çok yalıya ev sahipliği yapıyor. Yalılardan biri, eğer rivayet gerçekse Kanlıca’ya adını veren kan kırmızısı renginde.

Osmanlı kırmızısı

Aşı boyası adı verilen bu renk Osmanlı kırmızısı olarak da biliniyor. Boğaziçi yalılarında, Osmanlı devlet görevlilerin yalıları genellikle Osmanlı kırmızısı adı verilen aşı boyalı renkte olurdu. Gelenek bu yalıda da bozulmamış. Zira, yalıya adını veren 7-8 Hasan Paşa bir Osmanlı bürokratı olup Sultan Abdülaziz döneminde karakol kumandanlığı yapmış, 2. Abdülhamit döneminde ise müşirliğe kadar yükselmişti. Hasan Paşa’nın lakabının 7-8 olması okuma yazmasının olmamasıyla alakalı. Peki, neden müşirliğe kadar yükseldi? Okuma yazması sıfır düzeydeydi ama sadakatte zirveydi Hasan Paşa. Ve Sultan 2. Abdülhamit için en üstün yetenek “sadakât”ti.

Antika eşya yuvası

Üç katlı ve cumbalı 7-8 Hasan Paşa Yalısı, Kanlıca yalılar silsilesinin Çubuklu istikametindeki son yalılarından. Yalının sahibi şu an Türkiye’nin önemli koleksiyonerleri arasında gösterilen Nezih Barut. Abdi İbrahim İlaç Şirketi’nin patronu olan Barut, eczacılığa dair 10 bine yakın obje toplamış. Hâl böyle olunca da yalının bir çok antika eşyaya ev sahipliği yaptığını düşünebiliriz.. Meraklısına belirtmekte yarar var. Yalının solunda bulunan küçük yapı mehtabiye köşküdür.

Hazırladığım ve birinci kitabını bitirdiğim İstanbul gezi rehberi için fotoğraf çekimlerine başladım

$
0
0

Şam Evrakları 3

Hazırladığım ve birinci kitabını bitirdiğim; içeriği ve tasarımıyla alanında tek olan ve hatta eşi benzeri olmayan İstanbul gezi rehberi için fotoğraf çekimlerine başladım. Dün, Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeydim. Fotoğraf, Şam Evrakı Koleksiyonu’na ait.

Kuran’ın ilk el yazmaları olarak kabul edilen bu el yazmaları, ceylan dersi üzerine yazıldı ve hat sanatımızın temelini teşkil ediyor. Hat sanatına ilgi duyanların illaki bu koleksiyonu görmeleri gerekiyor. Kuran Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı derler. Doğru, en iyisini Osmanlı yazdı. Ve hat sanatının görkemli tarihi 8. yüzyıldan  itibaren kaleme alınmaya başlayan bu el yazmalarıyla başladı.

İstanbul’un işgali sırasında işgalcilerin İstanbul’da kullandıkları 10 tarihi bina

$
0
0

ASSSS

İtilaf Devletleri’ne ait 73 parça savaş gemisinin İstanbul Limanı’na demirlediği 13 Kasım 1918 de İstanbul’un fiilen işgali başlamıştı. İşgal güçlerinin İstanbul’dan ayrıldığı tarihse 5 yıl sonra olacaktı: Ekim 1923

Patronluğunu İngiltere ve Fransa’nın yaptığı işgal güçleri bu 5 yıl boyunca İstanbul’da  hamamdan otele, kuleden camiye, handan okula  onlarca yapıyı kullandılar.

İşgal güçlerinin, Kuva-yı Milliye’ci direnişçilere işkence yaptıkları bina şimdilerde bir öğretmenevi, karargah olarak kullandıkları binaysa 5 yıldızlı otel oldu.

Mimar Sinan’ın hamamını mahkeme salonu olarak kullandılar, bir camiyiyse ahır olarak.

İşte, İstanbul’da 5 yıl süren işgal boyunca, işgal güçlerinin kullandıkları ve hâlâ aramızda olan 10 tarihi bina.

Hürrem-Sultan-Hamam

Mimar Sinan’ın hamamını mahkeme salonu olarak kullandılar

1556 yılında Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Haseki Hürrem Sultan Hamamı, Fransızların işgal ettiği başka bir yapıydı. Fransızlar hamamı mahkeme salonu olarak kullandılar. Burada yargıladıkları Kuvayi Milliye direnişçilerinden suçlu bulunanlar muhtemelen  Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilmişlerdi.

c

Reşadiye Camisi’ni ahır olarak kullandılar

Bakırköy’de bulunan ve Sultan Reşad tarafından 1914-1918 yılları arasında yaptırılan Reşadiye Kışlası’nın adını kışladan alan bir de camisi vardı. İşgal döneminde Fransızlar Reşadiye Kışlası’nı işgal ettiklerinde bu camiyi de ahır olarak kullandılar. Reşadiye Kışlası daha sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne çevrildi. Bu cami de hastanenin içinde olup şuan hala mevcut ve Akıl Hastanesi Cami olarak biliniyor.

rrr

Fransızların Sirkeci’deki karargahı bir mektepti

Gülhane’de, Alay Köşkü’nün tam karşısında bulunan, birara Devlet Güvenlik Mahkemesi şimdilerde Çocuk Mahkemesi olarak kullanılan bina, 1870’li yıllarda askeri rüştiye olarak yapılmıştı. Soğukçeşme Rüştiyesi Osmanlı subaylarının yetişmesinde önemli bir rol oynamış, İstanbul’un sayılı askeri rüştiyelerinden biri olmuştu. Fransızlar, işgal zamanı askeri rüştiyeye el koydular ve Sirkeci karargahı olarak kullanmaya başladılar. Franszıların Sirkeci’deki iki üssünden biriydi Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi. Bir diğeri şuan 5 yıldızlı otel olarak kullanılıyor.

a

Şimdinin 5 yıldızlı oteli işgalci Fransızların kışlasıydı

Şu an Legacy Ottaman adıyla lüks bir otel olarak kullanılan bina Fransız işgal kuvvetlerinin kışlası olarak kullanılmıştı. 4. Vakıf Han adını taşıyan bina Mimar Kemallettin tarafından 1911 yılında tasarlanmış 1912 yılında yapılmaya başlanmıştı. Araya Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı girince binanın yapımı ertelenmişti. Fransızlar İstanbul’u işgal ettiklerinde 7 katlı, 148 ofisli bu görkemli binanın bir bölümünün henüz inşaat halinde olmasına bakmamış, el koyup “Caserne Victor” tabelasını asarak kışla olarak kullanmaya başlamışlardı.

eeee

İşkence merkezinden Beyoğlu Öğretmenevi’ne

Şu an bir bölümü Beyoğlu Öğretmenevi olarak bir bölümü de Akşam Sanat Okulu olarak kullanılan bina işgal döneminde Grand Hotel Kroeger adıyla hizmet veriyordu. İngilizler Hotel Kroeger’i işgal edip, İngiliz polisinin ve istihbaratının genel merkezi yapmıştı. Otelin bodrumundaki odalar işkence odaları olarak kullanılmış, işgale karşı gelen yüzlerce Kuva-yı Milliye direnişçisine bu odalarda  işkence yapılmıştı.

f

İşgalci İngilizlerin İstanbul’daki gözü: Galata Kulesi

5 yıllık işgal süresi boyunca Galata Kulesi İngilizlerin kontrolü altındaydı ve kulenin tepesinde İngiliz bayrağı dalgalanıyordu. İngiliz askerleri dürbünlerle kenti buradan dikizliyor, elde ettikleri bilgileri komuta merkezlerine ulaştırıyorlardı.

 

serkldoryan

 İşgalcilerin İstiklal’deki eğlence adresi

İstiklal Caddesi ya da o dönem kullanılan adıyla Grand Rue Pera günümüzde olduğu gibi sosyal yaşantının ve eğlencenin merkeziydi. Caddenin en lüks eğlence mekanlarından olan Serkldoryan sadece  Osmanlı’nın üst düzey bürokratları ve diplomatik çevrelerin girebildiği ultra-lüks bir mekandı. İşgal güçlerinin kodaman subayları şu an restorasyon halinde bulunan, Demirören binasından hemen sonra gelen ve Emek Pasajı olarak adlandırılan bu binada eğlendi. Poker oynadı.

d

İşgal güçlerinin ana karargahından müzeye

işgal kuvvetleri onbinlerce askeriyle İstanbul’daki onlarca binayı karakol, karargah, lojman, cezaevi, mahkeme salonu gibi amaçlarla kullanmışlardı. Ama tüm işgal güçlerinin ana karargahı olarak şua an askeri Müze olarak kullanılan Harbiye Mektebi Binası’nı kullanmışlardı. Tüm işgal 5 yıl boyunca buradan yönetilmişti.

 

b

İşgalcilerin gösteri, tören ve maç oynama  meydanı: Taksim

Taksim Meydanı’nı Talimhane Meydanı’yla birlikte bandolu yürüyüşlerini, törenlerini yaptığı, futboldan poloya maç oynandıkları bir meydan olarak kullanmışlardı. Şu an Cumhuriyet Anıtı’nın bulunduğu yerde işgal güçlerinin tankları nöbet bekliyordu. Ve meydanda görünen her yer tanklarla çevriliydi.

sultanahmet-cezaevi-1

Kuva-yı Milliye’cilerin hapsedildiği cezaevi: Sultanahmet Cezaevi

Şu an İstanbul’un en şık ve en pahalı otellerinden biri olan ve 1996’da açılışı yapılan Four Seasons Hotel‘i bir zamanlar Sultanahmet Cezaevi‘ydi.

1918 yılında “Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi” adıyla yapılan cezaevi 1969 yılına kadar cezaevi olarak kullanıldı ve bu sürede Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Kemal Tahir, Necip Fazıl, Vedat Türkali, Çetin Altan, Orhan Kemal gibi bir çok ünlü ismi ‘ağırladı’. 12 Eylül’de ülke dev bir hapishaneye dönüşünce yeniden cezaevi olarak kullanılmaya başlandı ve birçok kişi burada hapis yattı, işkence gördü.

İşgal kuvvetleri halini hareketini beğenmedikleri, Anadolu’daki direnişle bağlantılı gördükleri Kuva-yı Milliye mensuplarını bu cezaevine tıkmışlardı.

4 yılda yok edilen Osmanlı mezarlığı

$
0
0

Dünyanın en büyük tarihi mezarlık alanlarına sahip olan İstanbul bir mezartaşı müzesi gibidir. Karacaahamet, Eyüp, Edirnekapı gibi mezarlıklar müzenin büyük odaları; cami, tekke ve türbelerin bahçelerinde bulunan ve hazire adını alan mezarlıklar da müzenin küçük odalarıdır. Şimdi yüzlerce olan bu odaların sayısı vakt-i zamanında binlerceydi. Mesela Taksim, Tarlabaşı, Şişhane, Galata hattı komple mezarlıktı ve Büyük Mezarlık, Küçük Mezarlık adı verilen iki ayrı mezarlıktan oluşuyordu. Bu hatta bir kaç mezartaşı haricinde hiçbir şey kalmadı. Nice tekke, mescit, cami ve türbe hazireleriyle beraber yol genişletme, apartmanlaşma gibi çalışmalara kurban edildiler. Bütün kayıplara rağmen, İstanbul hala bir mezartaşı müzesidir. Ve titizlikle korunması gerekir.

Ama nerdeee!

Dün, hazırladığım gezi rehberinin çarşılar bölgesi bölümü için Tahtakale-Mercan-Mahmutpaşa civarındaydım. Uzunçarşı Caddesi üzerinde, Mercan Yokuşu olarak bilinen mevkide, solda Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından olup İstanbul’un fethinde bulunmuş Yavaşça Şahin Mehmet Ali Paşa’nın kendi adıyla bilinen 1471-1472 yıllarında yaptırdığı tuğla minareli, taş tuğla karışımı yapılmış camisine de uğradım. Cami 1950’de yeniden inşa edildiğinden mimari olarak pek ilginçliği kalmamış ama avlunun solunda yer alan haziresi oldukça güzeldir. Ya da güzeldi, demek daha doğru artık! Çünkü aradan geçen 4 yılda yok edilmiş.

En son bu camiye 31 Mayıs 2011 tarihinde gitmiştim. Haziresi gül bahçesi gibiydi ve bakımlıydı. Epey fotoğraf çekmiştim. Malum, mezartaşları ve gülleriyle güzel bir hazireydi çünkü.

Dün (7 Kasım 2015’te ) bu hazireyi fotoğrafladığımda  üzüldüm. Ayakta kalan tek bir mezartaşı bile bırakmamışlar. Mezartaşlarını, hazirenin kenarlarına istiflemişler. Yıl 2015’te bir Osmanlı mezarlığını yok etmişler.

Yavaşça şahin haziresi

yvaşça şahin cami

yavaşça şahin haziresi 2

yavaşça şahin haziresi 3

Öğrencilerim için yapacağım bu yılki gezi programım: “İstanbul’un tarihi saraylarını tanıyoruz”

$
0
0

İstanbul çocuk gezileri 3

İstanbul’u süsleyen tarihi güzelliklerin başında saraylar gelir. Sarayların önemi sadece mimari yapılarının değerinden kaynaklanmaz. Onlar, devleti yöneten padişahın mekanları olduklarından karar alma merkezleridir ve İstanbul’u İstanbul yapan tüm unsurların kararları bu mekanlarda alınmıştır. Dolayısıyla bir kasır, küçük olduğu için bir saraydan daha az önemli değildir.

Bu yüzden hem Osmanlı’yı anlamak hem de İstanbul’u anlamak için saraylar asıldırlar.

İşte, bu yıl bir gezi programı çerçevesinde öğrencilerimle (10-11 yaş grubu) beraber İstanbul’un bu saraylarını 4 ayrı gezide gezeceğiz. Amaç, öğrencinin yaşadığı kenti, tarihini, kültürünü tanımasını sağlamak. Program şöyle:

Aralık: Topkapı sarayı

Ocak: Beylerbeyi Sarayı ve Küçüksu Kasrı

Mart: Dolmabahçe Sarayı ve Aynalıkavak Kasrı

Mayıs: Yıldız Sarayı, Şale Köşkü ve Ihlamur Kasrı

İlk geziden önce geziye katılacak öğrencilerime “İstanbul’un Tarihi Sarayları” adlı kitabı dağıtacağım. Kültür Aş’den çıkmış olan kitap çok güzel olmuş. Kurgusunu çok beğendim. Çok sevimli. Tüm ebeveynlere tavsiye edebileceğim kitapta, İstanbul’un tarihi sarayları ile ilgili bol bol kitap kemirmiş bilgiç bir fare, arkadaşı kediye İstanbul’un tarihi saraylarını gezdiriyor. Hem de kimselere gözükmeden. Fare diyor ki kediye “İnsanlar seni seviyor olabilir ama benim ortalıkta görünmemem lazım.” Bu yüzden yeraltı tünellerinden saraylara ulaşıyorlar.

Öğrencilerim gezi öncesi işte bu kitabı okuyup, kitapla ilgili hazırladığım birkaç soruyu cevaplandıracaklar. Amaç, hem onları geziye hazırlamak hem bir kitap okumuş olmalarını sağlamak hem de minik kütüphanelerinde İstanbul’la ilgili bir kitabın bulunmasını sağlamış olmak.

istanbulun tarihi sarayları çocuk

Kapalıçarşı fotoğrafları

$
0
0

Son zamanlarda sürekli Kapalıçarşı’ya gider oldum. Neredeyse, hemen her hafta sonu oradayım. Malum, İstanbul gezi rehberi serisinin ikinci kitabının son rötuşları için bu gerekiyor. Bu arada bol bol da fotoğraf çekiyorum tabi. İşte onlardan dördü.

Cevahir Bedesteni

Cevahir Bedesteni 2

Kavaflar Sokak

Kalpakçılarbaşı Caddesi


“Her aya bir İstanbul masalı” eğitim projesi

$
0
0

İstanbul Masalları

Başrollerinde padişah ve vezirlerin, canavarlar ve devlerin, falcılar ve müneccimlerin, cadılar ve cinlerin olduğu; gökten elmaların üçer üçer  düştüğü fantastik bir diyar İstanbul masalları.

Her an sürprizlere gebe olan olay örgüsü, şaşırtıcı sonları ve kıssadan hisseleriyle 7’den 70’e herkese hitap eden bu masal diyarını ikinci dönem okulumuz Türkçe öğretmenleriyle beraber yürüteceğimiz bir proje olan “Her aya bir İstanbul masalı ” çalışması ile 10-11 yaş grubu öğrencilerimizle beraber işleyeceğiz.

Proje için seçilen masallar, program, izlenecek yöntem ve teknikler Mart ayının ilk haftası yine bu websitede duyurulacak.

Proje kapsamında yararlanacağımız iki kaynak var. Biri “İstanbul Masalları” diğeri de “İstanbul’un 100 masalı” adını taşıyor. Bu iki kitapta toplam 117 masal bulunuyor. Bu kitaplardan seçeceğimiz masallar Mili Eğitim müfredatına uygun, içeriği ve olay örgüsü ile belirlediğimiz yöntem ve tekniklere en uygun olanlar olacak.

Bu minvalde, projenin ilk kitabı olan “İstanbul Masalları” an itibari (21 Aralık 21:04) ile bitti. Toplam 17 masal bulunan kitaptaki masalların hepsi güzel de; Altın kıllı devler padişahı, Cadı kocakarı, Haydut, Üç kardeşe üç kısmet, Selman Şah masalları ayrı bir güzel.

Projenin ikinci kitabı olan “İstanbul’un 100 masalı” kitabı da sömestr okuma programımda.

Gökten üç elma düşmüş; biri bunu yazana, biri okuyana biri de projeyi takip eden Sosyal Bilgiler, Türkçe ve diğer branş öğretmenlerine…

İstanbul Kara Surları gezi rehberi

$
0
0

İstanbul Kara Surları gezi rehberi

İstanbul’u 19,5 kilometrelik bir hat boyunca çepeçevre saran surları için belki de yapılan en güzel betimleme, bir seyyahın anlatımında gövde buldu. Seyyahımıza göre İstanbul’un kadim surları “harabede parıldayan ihtişam“dı.

Nasıl olmasındı ki; planlanması 4 yıl süren surların yapımı için 8 bin işçi 5 yıl geceli gündüzlü çalışmıştı.

Resmi açılış tarihi olan 25 Ağustos 413’den, resmi kapanış tarihi olan 29 Mayıs 1453’e kadar bu surlar Avarlar’dan Araplar’a, Hunlar’dan Peçenekler’e, Bulgarlar’dan Macarlar’a, Haçlılar’dan Osmanlılar’a kadar 29 güç tarafından kuşatılmış; her kuşatma destansı hikayesini surların duvarlarına, kulelerine, kapılarına bırakıp öyle sonlanmıştı.

Bu 29 kuşatmadan sadece ikisinde surlar aşılıp, kente girilmişti. Kuşatmalardan biri hileliydi; diğeri bilek güreşi gibiydi.

Hile ve bilek güreşi

1204 yılında Haçlıların yaptığı kuşatma ve sonra surları aşıp kente girişleri biraz hileliydi. Hatta kuşatmada hile zirveydi. Sonuçları da İstanbul açısından felaket oldu zaten. Kuşatmada  bulunan Robert de Clari adlı şövalye anılarında İstanbul’un zenginliğini nasıl yağmaladıklarını ibret verici şekilde anlatır. İstanbul, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir talana ve yıkıma uğradı. Ayasofya, kiliseler, manastırlar soyuldu; ikonalar, değerli eşyalar Avrupa’ya götürüldü. Latinler İstanbul’da altın ve gümüş hatta pirinç olan hiçbirşey bırakmadılar. Sultanahmet Meydanı’nda bulunan ve üzerinde pirinç plakalar çakılı olan Örme Sütun’u deyim yerindeyse soyup soğana çevirdiler. Pirinç plakaları sütunun gövdesinden tek tek söküp Avrupa’ya götürdüler. Örme Sütun bu yara bereyi hala gövdesinde taşır.

Surları araya hiç hile komadan birebir cesaret ve kuvvetle , bir bilek güreşi müsabakası gibi yenen kuşatma Sultan 2. Mehmet tarafından 1453’de yapılan kuşatmaydı. Bu kuşatmaya dair ayrı bir yazı kaleme alacağım için detayına çok fazla girmiyorum. Lakin, şunun bilinmesi lazım. Osmanlı’nın şah topları Şahi’ler her patlayışlarında sadece yokedilemez denen surları değil bir çağı da yokediyorlardı aynı zamanda. Çünkü Ortaçağ demek bir çok şeyin yanında sur demekti de. Takvimler 29 Mayıs 1453’ü gösterdiğinde tarih, harap olmuş surların yıkıntılarından yeni bir çağa doğru ilk adımını atıyordu. Yeniçağ, yıkılan, harap olan surların üzerinde yükseldi.

Yenilemez denen surlar yenilmişti 1453’de. Tıpkı, Tanrı bile batıramaz denilen Titanic’in batması gibi.

Avrupa’yı kasıp kavuran Hun kralı Atilla, Gelibolu’da büyük bir Bizans ordusunu yokettikten sonra 447’de İstanbul önlerine kadar gelmiş, surları görünce kenti kuşatmaya yeltenmemişti bile. Peki, yenilemez denen, Arapların en güçlü olduğu dönemde bile boyun eğmeyen, Hun kralı Atilla’yı bile çekindiren bu surlar nasıl yapılmıştı.

İstanbul surlarının efendisi: Anthemius

Bizans imparatoru II. Theodosius’la özdeşleşen, Theodosius Surları da denen kara surlarının öyküsü II. Theodosius imparator olmadan çok önce, Anthemius adlı ihtiyar bir kurtun zihninde anıtsal yolculuğuna başlamıştı.

350’li yılında doğduğu tahmin edilen Anthemius çocukluğunda iyi bir eğitim almış, devlet yönetimi becerisi ve zekasıyla bürokraside kısa zamanda yükselmiş; II. Theodosius’un babası olan Arcadius döneminde devletin en tepe katına kadar çıkmış; imparatordan sonraki en yetkili kişi olmuştu.

Anthemisus, 404 yılında Magister Officiorum sanıyla imparatordan sonraki en yetkili kişi  olduğunda onu, çözmesi gereken bir takım sorunlar bekliyordu. İlkin, İstanbul çok büyümüş, nüfusu kalabalıklaşmıştı. İstanbul’u kuran imparator Konstantin’in 330’da inşa etiği surlar İstanbul’a dar geliyordu artık. İkincisi, İstanbul’da yerleşim sadece suriçinde değil sur dışında da yoğunlaşmıştı. Üçüncüsü, Avrupa’da Hun tehlikesi vardı ve hunların İstanbulu kuşatması durumunda sur dışında yaşayanları korumak sorun olacaktı. Bu üç temel soruna Anthemisus’un bulduğu çözüm surları yaklaşık 1,5-2 kilometre daha genişletmek oldu. Surlar genişletilince hem sur dışında yoğunlaşan nüfus ve yerleşim suriçine çekilecek, hem de İstanbul’un yüzölçümü nereden bakılsa iki katı genişleyecekti.

Anthemius planını imparator Arkadius’a anlattı ve bir ekip kurdu. Surların plan ve projelerini bu ekibe çizdirdi. Bizzat araziye gidip keşif ve gözlem yaptı. Ama surların yapımına Arkadius döneminde başlanamadı. Muhtemelen kalp krizinden, genç yaşta vefat etti çünkü Arkadius. Yerine oğlu Theodosius geçti. Theodosius 7 yaşında olduğu için Anthemisius çocuk imparatorun naibi oldu. Bu, şu anlama geliyordu. İmparatorluğu artık fiilen Anthemisus yönetiyordu. Ve kara surlarını istediği gibi istediği ölçülerde yapabilirdi. Anthemisus’un planına göre kara surları 3’lü bir savunma hattından oluşmalıydı.

3’lü savunma hattına sahip surlar

istanbul surları

Anthemisus’un sur planına göre İstanbul’u kuşatan güç şehre girebilmek için 7,5 kilometre uzunluğuna sahip, 3’lü bir savunma hattını geçmek zorunda kalmalıydı. 1. savunma hattı on metre derinliğe, yirmi metre genişliğe sahip bir hendekten oluşacaktı. Bu hendeği geçen güç 2. savunma hattı olan  2 metre kalınlığa, 8,5 metre yüksekliğe sahip dış surları geçmek zorunda kalacaktı. Burayı da geçince 3. savunma hattı olan, surların en büyüğüyle karşılaşacaktı. Adına iç surlar da denilen bu surların kalınlığı 5 metre, yükseklikleri 12 metre olacaktı. Her 55 metrede bir 20 metre yüksekliğinde bir kule yapılacaktı. Böylece İstanbul’u kuşatan güç, 3. savunma hattına ulaşana kadar ya surlarda mevzilenmiş bir Bizans okçusunun hedefi olacaktı ya da başından aşağı kızgın yağlar dökülüverecekti.

Surların planlanması 4 yıl, yapımı 5 yıl sürdü. 8 bin işçi geceli gündüzlü çalıştı

Plana göre surların inşaatı 5 yıl sürecek ve tam 8 bin kişi geceli gündüzlü çalışacaktı. Eski surların yıkılmış bölümlerindeki taşların çoğunun yeni yapılan surların yapımında kullanılması bile planda vardı. Hesaplara göre, buradan çıkan taşlar yeni surların ancak beşte birlik bölümüne yetecek kadardı.

404’den beri planlanan surların inşaatına 18 Mayıs 408 Pazartesi başlandı. 25 Ağustos 413’de surların resmi açılış töreni yapıldı. Ama surların sadece iç sur denilen ana sur bölümü inşa edilebilmişti. Bizans ekonomisi surların planlanan şekilde yapılmasını kaldıramadı. Ana surun yapımı Bizans’a oldukça pahalıya patlamıştı. 1. ve 2. savunma hattını oluşturan hendek ve dış surun yapımı bu yüzden sonraya ertelendi.

Savulun Hunlar geliyor!

350’de Orta Asya’dan hareket edip Avrupa’ya yönelen Hunlar, 400’lü yılların başlarında Avrupa’nın büyük bir bölümünü kontrolleri altına almışlardı. Avrupa Hun Devleti olarak da adlandırılan Hunlar’ın bu kolu Atilla önderliğinde, takriben 446-447’de istikametlerini Bizans’ın başkenti İstanbul’a yönelttiler. Tam o sıralar büyük bir deprem oldu İstanbul’da. Kara surlarında bulunan 96 kulenin 57’si yıkıldı. Surların koruma duvarları çöktü. Artık 46 yaşında olan imparator 2. Theodosius surların yaklaşan Hun tehlikesine karşı olabilecek en kısa zamanda orijinal planında olduğu gibi yapılması emrini verdi. Ana surun önüne bir ön sur, onun önüne de bir hendek bu dönem yapıldı. Şehrin yarısı surların yapımında geceli-gündüzlü çalıştı. Ve iki ayda yeniden yapıldı. Kara surları görünümüne esas olarak bu dönemde kavuştu.

Esas olarak iki bölümden oluşan surlar

Kara surları esas olarak iki bölümden oluşur. Birinci Bölüm Mermer Kule’den Tekfur Sarayı’na kadar uzanan surlardan oluşur  ve İmparator 2. Theodosius tarafından yaptırıldığı için 2. Theodosius Surları olarak adlandırılır. Bu bölüm surların en dayanıklı bölümü olup içinde hendeği de bulunan 3’lü bir savunma hattından oluşur. İstanbul’un fethinin esas cereyan ettiği bölüm burasıdır.

İkinci bölüm, Tekfur Sarayı’ndan Haliç’e kadar uzanır ve Manuel Komnenos, Heraclius, Leon Surları olarak üzere 3 ayrı bölümden oluşur. Surların bu kısmı arazi yapısından dolayı hendeğe sahip değildir. Kuleler diğer kulelere nazaran daha büyüktür. Arapların İstanbul kuşatması esas olarak burada cereyan etmiş olduğundan, surların bu bölümünde sahabe mezarları görmek mümkündür.

Aşağıdaki yazıda Kara Surları bir yürüyüş güzergahı rotasında, sur kapıları merkeze alınarak anlatılmıştır. Yazıda sadece surlardan bahsedilmemiş olup çevrede görülmesi gereken tarihi dokuya da yer verilmiştir.

Birinci bölüm: Theodosius Surları 

Theodosius Surları ilk yapıldığında Marmara’dan Haliç’e kadar uzanıyordu. Ama Tekfur Sarayı’ndan Haliç’e uzanan bölüm daha sonra farklı imparatorlar tarafından tekrar tekrar yaptırılmıştır. Bu yüzden Theodusius Surları, Tekfur Sarayı’na kadar uzanır.

Theodosius Surları’nda şehrin dışarı ile bağlantısını sağlayan onlarca kapısı vardı. Günümüze sadece 8 kamu 1 tane de askeri kapısı kalmış olup, toplam 9 kapısı açıktır.

Kara surlarına açılan kapılar aracılığıyla, şehrin dışarı ile bağlantısı sağlanıyordu. Bu kapılar kullanım tarzlarına göre sivil ve askeri olmak üzre ikiye ayrılıyordu. Sivil kapılar halkın günlük rutin işleri için kullanılırken; askeri kapılar askeri amaçlarla kullanılıyordu. Osmanlı zamanında askeri kapılara gerek duyulmadığı için askeri kapıların büyük çoğunluğu duvarlar örülerek kapatılmıştır. Ama Theodosius Surları’nın kapılarının büyük çoğunluğu hala ayaktadır.

Günümüzde Theodosius Surları’nın toplam 9 kapısı vardır. Bu kapılardan bazıları Bizans döneminden kalmayken bazılarını Osmanlı açmıştı. Kapılar adlarını Edirnekapı’da olduğu gibi ya gittikleri yoldan; Mevlevihanekapı’da olduğu gibi ya civardaki ünlü bir yapıdan; Belgradkapı’da olduğu gibi ya civarda yaşayan semt ahalisinden; ya da Eğrikapı’da olduğu gibi şeklinden almıştır.

Theodosius Surları’nın ilk kapısı askeri bir kapı ve örülmekten kurtulmuş. Çünkü Osmanlı, Bizans döneminde askeri amaçlarla açılan bir çok kapıyı gerek olmadığı için kapatmıştır.

Birinci askeri kapı: Mesih Kapısı

askeri kapı

Adı üzerinde Bizans’ın askeri amaçlar için kullandığı kapıdır. Kara Surları boyunca illaki görülmesi gereken tek askeri kapı bu. Çünkü askeri kapıların büyük çoğunluğu hem Osmanlı zamanında gerek duyulmadığı için duvar örülerek kapatılmıştır hem de askeri kapılar sivil kapılara nazaran daha küçük olup, dikkat celbeden mimari özellikler göstermezler. Askeri kapıların hüviyeti konusunda bir fikir edinebilmek için görmekte yarar var.

Kapının, Birinci askeri kapı olarak adlandırılmasının nedeni, Kara Surları’nın başladığı noktada bulunan ilk askeri kapısı olmasıdır. Kapının üzerinde, kabartma şeklinde bir Hz.İsa monogramını görmek mümkün. Bu yüzden kapıya Mesih Kapısı da denir.

Kapının içinde bulunduğu Botanik Parkı üzerinden sur boyu ilerlenerek surların en görkemli kapısı olan Altınkapı’ya ulaşırsınız.

Surların en görkemli kapısı: Altınkapı

Altınkspı

Tamamıyla Marmara Adası mermeri ile kaplı, iki kuleli, üç geçişli olan bu kapı İstanbul Surları’nın en görkemli kapısıdır. Bizans’ta zafer kazanan imparator ve komutanlar göğüslerini kabartarak şehre bu kapıdan girerlerdi. Altınkapı olarak adlandırılmasının nedeni vakt-i zamanında altın yaldızlarla bezeli olmasından kaynaklanır. Çünkü, zafer kazanan imparator ve komutanların şehre girdikleri kapı diğer kapılar gibi normal ölçülerde ve sıradan bezemeli olamazdı. Anıtsal olmalı ve altınla kaplanmalıydı. Yine vakt-i zamanında kapının görkemini artırmak için kapının üzerinde bir takım heykeller ve kabartmalar bulunuyormuş. Kuzey kulesinin köşesinde görülen bir kartal kabartmasının haricinde günümüze intikal eden başka herhangi bir kabartma ya da heykel bulunmuyor.

Kapının girişi, Yedikule Mezarlığı’nın içinde, otların arasında kalmıştır. Kapının heybetine Yedikule Zindanları’nın avlusundan da tanıklık edilebilir ama tavsiyem illaki mezarlığın içinden görmeniz yönünde. Altınkapı, gerçekten o zaman karşınızda arz-ı endam ediverir çünkü.

Bir de unutmadan Altınkapı, çıplak bir arazide kendi başına duran bir zafer takı olarak yapılmıştı. Günümüzdeki bir nevi otoyol gişe kapılarına benzetebiliriz. Altınkapı şuan ki surlarla bitişik görünümüne 413 yılında ulaştı. 2. Theodosius  zamanında kara surları genişletilince, Altınkapı da surlarla birleştirildi.

Altınkapı’dan yaklaşık 100 metre ileride Yedikule Kapısı bulunuyor.

Bir Türk kapısı: Yedikule Kapısı

Yedikule Kapısı

Kimi sanat tarihçileri bu kapıyı biçim ve mimari açısından tam bir Türk eseri olarak değerlendirir. Delil olarak da kapı üzerinde bulunan 3. Ahmet dönemine ait kitabeyi gösterirler.

Kapının Bizans döneminde açılmış olmasının en önemli kanıtı kapı üzerinde yakın döneme kadar görülen bir Bizans simgesi olan kartal armasının bulunmasıdır. Ama kapı 3. Ahmet döneminde yeniden yapılmıştır. Kapı adını yakınında bulunan Yedikule Zindanları’ndan alıyor. Bu kapıdan içeri girilince  sağ tarafta Yedikule Zindanları’nın kuleleri görünüyor. Gelmişken Yedikule Zindanları’na bir uğramak; aynı zamanda bir önceki kapı olan Altınkapı’yı zindanın avlusundan görmek lazım.

Yedikule Kapısı’ndan tekrar çıkınca surlar boyunca bostanlar görünecek. Marul, lahana, soğan gibi sebzelerin yetiştirildiği bu bostanlar Mevlanakapı ile Topkapı arasına kadar yaklaşık 3 kilometre boyunca kesintisizce devam eder.

Bu bostanlar, eskiden buralar hep  dutluktu misali bir zamanlar hendekti. Geçilmez denilen kara surlarının ilk savunma hattını oluşturuyordu. 8 metre derinliğinde 20 metre genişliğinde olan hendekler, İstanbul kuşatıldığı zamanlar suyla dolduruluyordu. Kenti kuşatan askerler surlara ulaşabilmek için ilk önce bu hendekleri geçmek zorundaydılar. Geçmeye çalışana kadar da Bizanslı askerler tarafından ok yağmuruna tutuluyorlardı.

Bostanları takip ederek sur boyunca yürüdüğünüzde kara surlarının üçlü savunma hattını net olarak görebilirseniz. Bostanların hemen gerisinde uzanan yaklaşık 8,5 metre yüksekliğe sahip olan surlar dış surlardır. Bu surlarda her 60 metrede bir, bir kule bulunur. Dış surun arkasındaki daha yüksek olan surlarsa iç surlardır. İç surlara kentin ana suru da diyebiliriz. Çünkü teknik anlamda en güçlü en donanımlı surlar bu surlardır. 12 metre yüksekliğe sahip olup 8 metre kalınlığındadırlar. Her 60 metrede bir, bir kuleyle donatılmışlardır. Fatih’i, İstanbul’un fethi sırasında esas  zorlayan surlarda bu surlardır.

Yedikule Bostanları ve Surları boyunca devam eden yürüyüşünüz 620 metre sonra, bir başka sur kapısı olan Belgradkapı’da sonlanır.

Belgrad Ormanları’ndan Belgrad Kapısı’na

Belgradkapı

Bayılırım Osmanlı’nın isimlendirmelerine. Her isimlendirmesi küçük çaplı bir tarih ziyafetidir çünkü. Osmanlı uzun zaman bu kapıya “Kapalı Kapı” demiş. Çünkü Bizans döneminde takriben 12. yüzyılda kapı örülmüş. Ve yaklaşık 700 yıl kapalı kalmış. 1886 yılında aşağıda bulunan Balıklı Rum Hastanesi’ne geliş gidişi kolaylaştırmak için yeniden açılmış. Kapı adını bu civarda bulunan Belgrad göçmenlerinden alıyor. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Belgrad fethedildikten sonra bir grup Belgrad’lı esir  İstanbul’a getirilmişti. Esirlerin esnaf olan kısmı bu kapı civarına yerleştirilmişti. Su yollarından anlayan kısmı ise Belgrad Ormanları’na yerleştirilmişti. Belgrad’lı esirler İstanbul’da iki ayrı noktaya isimlerini vermişler böylece. Anıları daim olsun diyelim.

Sur kapılarının yanlarında savunma kuleleri bulunur. Kapılar bu savunma kuleleri kullanılarak savunulur. Yedikule Kapısı’nda yoktu ama Belgradkapı’da bu iki savunma kulesini de görmek mümkün. Ama surların bu bölümlerinde yeniden yapılmış bir hava var. Tarih kokmuyor surlar burada. Reklam kokuyor. Kötü restorasyon kokuyor.

Belgradkapı’dan içeri girince kapının sağ ve sol taraflarında merdivenler bulunuyor. Bu merdivenler aracılığıyla surlara çıkabilir, İstanbul’un farklı bir panoramasını Belgradkapı’nın savunma kuleleri üzerinden izleyebilirsiniz. Gelmişken kaçırmayın derim. Lakin, İstanbul’u komple gezmek gibi bir amacınız varsa bir diğer gelişiniz ancak birkaç yıl sonra olabilir.

Bir diğer sur kapısı yaklaşık 500 metre mesafede bulunan Silivrikapı. Yalnız Silivrikapı’ya, bostan tarafından değil de surların iç tarafından, esas İstanbul tarafından Hisaraltı Caddesi boyunca yürüyerek ulaşın. Bostanları, surların yapılarını ve hal-i pür melallerini zaten Yedikule’den Belgradkapı’ya yürürken görmüştünüz.

Hisaraltı Caddesi boyunca yürüdüğünüzde biraz sonra bir cami karşılıyor sizi. Bir Mimar Sinan yapımı olan Hadım İbrahim Paşa Cami. Sinan’ın inşa ettiği güzel camilerden olup, içine girilesi hayran olunası bir camidir. Camiden çıktığınızda karşınızda arz-ı endam eden kapı yoğurduyla ünlü memlekete kapıları açan kapıdır.

Silivri’ye giden yolun kapısı: Silivrikapı

Silivrikapı

Sur kapılarından bazıları adlarını üzerinde bulundukları yoldan alır. Tıpkı Silivrikapı gibi. Silivri’ye giden yol üzerinde olan Silivrikapı’nın önünde tıpkı Belgradkapı’da olduğu gibi iki savunma kulesi bulunur. Kapının yanında Bizans dönemine ait yaklaşık 1700 yıllık bir imparatorların mezar odası vardır. Şu dönemler restorasyona girecek herhalde. Restorasyon için çok geç kalındı ama, doğru geç de olsa doğrudur.

Silivrikapı’nın iç tarafında, başınızı yukarı kaldırınca Osmanlıca bir kitabe görürsünüz. Kitabe 1585 tarihine ait olup üzerinde bir gürz bulunur. Gürze ve kitabeye dikkatlice bakın. Lakin, tektirler. Çünkü bu gürz, bir yeniçeri olup sarayda muhafızlık yapan Baltacı İdris Ağa’ya aittir ve eski devirlerdeki müsabakalarda rekor kıran sporcuların spor aletlerini duvarlara asma ádetimizin bugüne kalan tek örneğidir ve yaklaşık 420 yıldan beri Silivrikapı’da asılıdır.

Yine kapının üzerinde 1438 tarihine ait bir Bizans onarım kitabesi var. Bu tür onarım kitabelerine surların birçok yerinde ve bir çok sur kapısında rastlamak mümkün.

Silivrikapı’nın girişinde hikayeleri epeyce ilginç olan iki mezar bulunuyor. Arazi tarafından girişte sağda Elekçi Dede mezarı ve solda Mehmed Haydar Efendi mezarı. Bu iki mezarın hikayesi özellikle dikkat çekicidir.

Mezarların kenarından sur boyunca yürüyüşünüze devam edin. İstikametiniz Mevlevihane Kapısı. 900 metre sonra oradasınız ve yürüyüşünüz boyunca yine size bostanlar eşlik edecek. Bostanların ardındaki sur kulelerine harap demek bile harap kelimesine ayıp olur. Durumları vahim. En küçük bir depremde yerle yeksan olacak gibi bir halleri var.

Adını tekkeden alan kapı: Mevlevihane Kapısı

Mevlanakapı

Adını sur dışında bulunan Yenikapı Mevlevi Dergahı’ndan alan bu kapıya Mevlanakapı’da denir. Kara surlarını yaptıran 2. Theodosios devrinden kalıp da orijinal yapısını en iyi koruyan bu kapıdır. Bu nedenle bu kapıya bakıp, Bizans döneminden kalan diğer kapıların orijinal hallerini düşleyebiliriz.

Bizanslılar bu kapıya Rus Kapısı diyorlardı. Çünkü Bizans döneminde Eyüp civarına bir grup Rus yerleşmişti. Bu Ruslar daha sonra ayaklanarak İstanbul’a günlük girme hakkı elde ettiler. Ama sadece bu kapıdan!

Mevlanakapı’nın üzerinde bulunan yaklaşık 1 karış büyüklüğündeki haç ve Bizans tamir kitabesi dikkat çekici. Aynı haçtan kapının iç tarafında da var. Bu kapının da iki tarafında savunma kulesi bulunuyor. Girişin sol tarafında kalan kule şu an güvercinlik olarak kullanılıyor. Kapının solunda güvercinlerin beslendiği kuleye çıkabileceğiniz merdivenler bulunuyor. Bir İstanbul panoraması da bu kuleden izleyebilirsiniz.

Yürüyüşünüze yine sur boyunca bostanları takip ederek devam edin. Birkaç yüz metre sonra bostanlar sonlanır, çimler başlar. Arazi artık epeyce eğim kazanmıştır çünkü. Yaklaşık 1 kilometrelik yürüyüş sonrasında İstanbul’un fethi ile sembolleşen Topkapı’ya ulaşırsınız.

İstanbul’un Fethi’nin kapısı: Topkapı

Topkapı

Topkapı, İstanbul’un fethi sırasında tamamen yıkılmıştı, fetih sonrasında yeniden yaptırıldı. Kapı, Türkçe ismini fetih sırasında surları döven bazı top güllelerinin kapı üzerine yerleştirilmesinden dolayı almıştır. 19. yüzyılın ortalarında İstanbul surlarını gezen kimi seyyahlar duvarlara yerleştirilen bu toplardan bahseder. Kapının sağ tarafında İstanbul’un fethi ile ilgili bir kitabe vardır.

Topkapı civarında Mimar Sinan’a ait iki cami bulunur: Arakiyeci İbrahim Ağa Camii ve Kara Ahmet Paşa Camii. Arakiyeci İbrahim Ağa Camii içindeki çinilerle özellikle ilgi çekerken; avlusu medrese olan Kara Ahmet Paşa Camii hem külliye olarak hem de içindeki kalem işlemeleriyle oldukça güzeldir.

İç surla dış surun arasında peribolos denilen, 15-20 metrelik bir koridor bulunur. Bu koridor, kuşatma sırasında askerlerin surlar arasında rahat hareket edebilmesi için özellikle tasarlanmıştır. Fatih Belediyesi’nin Topkapı Sosyal Tesisleri şuan bu koridoru kafe olarak kullanıyor. Yani Topkapı Surları şuan kafe olarak kullanılıyor. Bu tesiste bir çay içebilir, güvenli bir şekilde “peribolos”ta dolaşabilirsiniz.

Topkapı’dan sonra düzlük alan son bulur ve yokuş aşağı, bir zamanlar Lykus Deresi’ne yataklık eden Vatan Caddesi’ne doğru yürümeye başlarsınız. Hendeklerin burada olmamasının nedeni de bu yokuşlu yapıdır zaten. Surların en zayıf noktasıda burasıdır. İstanbul’un Fethi’nde, esas çatışma bu alanda gerçekleşti ve şehre bu civardan girildi. Sur kulelerinden birinin üzerinde Ulubatlı Hasan’ı anan bir levhanın çakılı olması bu yüzden tesadüf değil.

Vatan Caddesi’nden sonra Sulukule Kapısı’na doğru rampa çıkarsınız. Sur boyunca artık size hendekler değil, çimler eşlik eder.

 Altından su geçen kapı: Sulukule Kapısı

Sulukule Kapısı

Ortaçağ’da her kalenin bir su kulesi bulunurdu.Dışarıdan şehre giren suyun surlardan geçisi bu kule aracılığıyla sağlanırdı zira. Suyun gireceği yerden insandan girebileceği için bu geçişin emniyetli olmasına özellikle dikkat edilirdi. Bu emniyeti sağlayan su kulesi burada bulunduğu için kapı, Sulukule Kapısı olarak adlandırıldı.

Sulukule Kapısı, en erken dönem açılan kapılardan ama zamanla küçültülmüş. Hem sivil hem de askeri bir kapıydı. Kapı üzerinde bulunan haç kabartması özellikle dikkate değerdir. Sulukule’nin adını verdiği semt kentsel dönüşüme girmişti 3-5 yıl önce. Dönüşümün bitmesine az bir zaman kalmış. Sulukule artık koleji, sanat akademisiyle lüks bir mekan olmuş.

İstanbul’u Edirne’ye açan kapı: Edirnekapı

Edirnekapı

Sulukule Kapısı’ndan birkaç yüz metre yukarıda bulunan Edirnekapı, yedi tepeli İstanbul’un 6. tepesi olup en yüksek tepesidir. Tam 76 metre. Taksim Meydanı’nın yüksekliğinin yaklaşık 90 metre olduğunu düşünürsek yedi tepeli İstanbul’un tepelerinin hal-i pür melalini tam anlamıyla anlamış oluruz.

Kapı, adını Edirne yolu üzerinde bulunmasından alıyor. Altınkapı’dan sonraki en önemli kapı budur. Kimi Bizans imparatorları bu kapıyı kullanarak sefere çıkmışlardı. Hatta Osmanlı padişahları da Eyüp’te kılıç kuşandıktan sonra bu kapıdan İstanbul’a giriyorlardı.

Edirnekapı’dan Tekfur Sarayı’na doğru sıralan surların üzerine çıkılabilmesi için merdivenler bulunuyor. Özellikle yaklaşık 25 metre yüksekliğe varan burcun  tepesine çıkıp İstanbul’un panoramasını izlemek zordur, kimi zaman da tehlikelidir ama değer.

Edirnekapı’da illa görülmesi gereken yapıları sıralayacak olursak bir Mimar Sinan eseri olan Mihrimah Sultan Camii ve Külliyesi; Bizans fresk ve mozaikleriyle ünlü Kariye Müzesi; bir Bizans sarayı olan Bleherna Sarayı’ndan kalan tek bölüm olan Tekfur Sarayı ilk etapta görülmesi gereken tarihi yapılar olarak sıralanabilir.

Tekfur Sarayı’ndan sonra Theodosius Surları bitip 2. bölüm surlar başlar. Surlar burada bombeli bir hal alırlar. Çünkü buradaki surların yapılış amacı Bizans imparatorluk sarayı olan Blekhernai Sarayı’nı sur kompleksi içine almaktır. Bu surlar Manuel Komnenos, Heraclius, Leon hanedanlıkları döneminde yapıldıklarından, hanedanlığın adlarıyla adlandırılırlar. Birbirinden yapıca da farklıdırlar.

İkinci bölüm surlar:  Komnenos, Heraclius ve Leon Surları

Komnenos Surları

Tekfur Sarayı’nın önünden Haliç’e inen surlar tek bir surdan oluşuyor ve hendeği yok. Buradaki surlara ve sur kulelerine bakarsanız surların diğer bölümlerine nazaran daha yüksek yapıldıklarını görürsünüz. Nedeni tek bir surdan oluşmanın yarattığı güvenlik açığını yok etmektir.

Tekfur Sarayı’ndan sonraki surlar 1. Manuel Komnenos Surları olarak bilinir. 1. Manuel Komnenos, Sultanahmet’te bulunan Büyük Saray’ı  komple  Blekhernai Sarayı’na taşıyan imparatordur ve sarayı şehir içine almak için bu surları yaptırmıştı.

Manuel Komnenos Surları’nın ortalarında bir yerde Kara Surları’nın son sivil kapısı olan Eğrikapı bulunur.

Neden eğri olduğu belli olmayan kapı: Eğrikapı

Eğrikapı

Eğrikapı’nın adının nereden geldiği sorusu tartışmalı bir sorudur.Lakin, Şeyh’ül Seyyah Evliya Çelebi’ye sorarsanız, fetihten sonra bu civara Eğirdir’den gelen bir grup göçmen yerleştirildiği içindir der; aynı dönemin seyyahı ve tarihçisi olan Eremya Çelebi’ye sorarsanız, kapının iki kanadının tam  karşılıklı olmamasından dolayı kapıya bu ad verilmiştir; modern Evliya Çelebi olarak kabul edilen John Frelly’e sorarsanız, kapıya giden dar yolun eğriliğinden almıştır. Rivayetler muhtelif.

Eğrikapı’dan içeri girince iki sokak sonra solda Panayia Suda Kilisesi ziyaret edilebileceği gibi Eğrikapı dışında bulunan Kırkçeşme Maksemi de ziyarete edilebilir.

Manuel Komnenos Surları II. İsaakios Angelos Kulesi’ne kadar yani meşhur Anemas Zindanları Kulesi’ne kadar devam eder. (Üstteki fotoğrafta caminin aşağısında kalan kuledir.) II. İsaakios Angelos Kulesi’nden sonra surlar iki katmanlı bir hal alırlar. İç sur katmanını Herakleios, dış sur katmanını ise V. Leon yaptırmıştır. Bu iki katmanlı sur yapısı burayı bir çeşit iç kaleye çevirmiştir. İç kalenin içinde İstanbul’un fethine katılmış erenlerden biri olarak kabul edilen Toklu İbrahim Dede Türbesi ve Haziresi bulunmaktadır.

Türbeyi, Hacı Hüsrev Parkı’na bağlayan kapı, tarihi bir kapı değil. Ayvansaray’la Eyüp tarafının bağlantısını kurmak için 1990’larda açılan bu kapı, en son açıldığından mütevellit Sonkapı olarak adlandırılıyor.

Bu kapının önünde sahabe mezarlarının bolca bulunmasının nedeni 8. yüzyılda Arapların İstanbul kuşatması sırasında en yoğun çatışmanın bu bölgede olmasından kaynaklanır.

Bu kapının civarında bulunan Bleherna Sarayı’nın ayazması olan  Bleherna Ayazması; Toklu Dede Türbesi ve haziresi ; Bizans kilisesiyken camiye çevrilen Atik Mustafa Paşa Camii; Haliç gezisi boyunca karşılaşabileceğiniz en anıtsal Türk yapısı olan İvaz Efendi Camii ve Bizans’ın ünlü zindanlarından olan Anemas Zindanları özellikle görülmeli.

biristanbulhayali.com’un Nisan 2015 Mart 2016 okunma istatiği 1 milyon 300 bin

$
0
0

biristanbulhayali.com’un Nisan 2015 Mart 2016 arası toplam hiti (okunma, tıklama, fotoğraflar dahil her şey) yaklaşık 10 milyon. Sayfaların okunma istatistiği ise 1 milyon 300 bin.

hit

İstanbul bu kartlarla dile geldi: İstanbul Konuşuyor

$
0
0

İstanbul’un çeşmeleri, köşkleri, külliyeleri, müzeleri, kütüphaneleri, çarşıları, kapıları, sarnıçları, parkları, sokakları, hayvanları, deyimleri, lezzetleri bu kartlarda dile gelmiş konuşuyor, kendilerini anlatıyor. Sonra soruyorlar: Bil bakalım ben aşağıdakilerden hangisiyim? Bana, ne derler? Beni hangi müzede görebilirsin? Bana, ne taşı derler? Ben, ne yumurtasıyım? Bana, ne burnu derler?..

Bir tür soru-cevap oyun olan bu oyunda soran kişi bazen bir köşkü dillendiriyor bazen bir papağanı; bazen çöplükte bulunan bir elmas oluyor bazen şöhretli bir pabuç…

Bazen 1500 yıllık sanat galerisi oluyor, bazen bir grup kaçak papağan, bazen bir deyim, bazen çöplükte bulunan bir elmas…Bazen dünyanın en büyük hat levhaları oluyor, bazen bir su güzeli…

7’den 77’ye herkes için hazırladığım bu kartlar, eğlenceli bir İstanbul oyunu. Kart paketi içinde öğretmenler için etkinlik önerileri de bulunuyor. İsteyen öğretmenler o kartlar aracılığıyla sınıf içi etkinlikler gerçekleştirebilirler. Böylece öğrenciler eğlenceli bir şekilde İstanbul’u öğrenirler.

İstanbul Konuşuyor eğitici kartları, İstanbul Kitapçısı’nda satışa sunuldu. Sipariş edilebilecek link:http://www.istanbulkitapcisi.com/magaza/istanbul-konusuyor-tarihi-yarimada-egitici-oyun-kartlari–p698.html#urunhakkinda

İstanbul konuşuyor

 

“İstanbul Konuşuyor” adlı eğitici kartlarım üzerine basında çıkan haberler

$
0
0

İstanbul’un çeşmelerini, köşklerini, külliyelerini, müzelerini, kütüphanelerini, çarşılarını, kapılarını, sarnıçlarını, parklarını, sokaklarını, hayvanlarını, deyimlerini, lezzetlerini ve daha birçoğunu dile getirip konuşturduğum “İstanbul Konuşuyor” adlı eğitici kartlarım üzerine basında çıkan haberler.

Yeni Şafak: http://www.yenisafak.com/hayat/istanbul-konusuyor-oyun-kartlari-2449490

Ülke.com.tr: http://www.ulke.com.tr/kitap/haber/582633-yeni-kultur-kartlariyla-istanbul-konusuyor

Haberler.com: http://www.haberler.com/kultur-as-den-istanbul-konusuyor-egitici-oyun-8334300-haberi/

Palo.com.tr: http://www.palo.com.tr/a/istanbul-konu%C5%9Fuyor-1353601

Beyazgazate.com: http://beyazgazete.com/haber/2016/4/7/kultur-as-den-istanbul-konusuyor-egitici-oyun-kartlari-3211714.html

Rotahaber.com: http://www.rotahaber.com/m/kultur-sanat/40-soruda-tarihi-yarimadayi-kesfet-h594441.html

Yeniçağrı.com: http://www.yenicagri.com/kultur-asden-istanbul-konusuyor-egitici-oyun-kartlari.html

Viewing all 57 articles
Browse latest View live